<$BlogMetaData$

16 May 2006

Rock Tarihinde Analog Synthesizer*


1950’li yıllar ABD için nispeten ucuz atlatılmış ikinci bir dünya savaşının ardından, soğuk savaşın serin rüzgarlarının esmeye başladığı dönemdi. ‘Süt ve bal ülkesi’nin temsil ettiği düzenin savunucularının, 1917 Sovyet Devrimi’yle başlayan ve 1929 ekonomik bunalımıyla birlikte daha da artan komünizm korkusu, 1950’lerde tam bir ulusal korkuya dönüştürüldü. ‘Komünist cadı avı’, özellikle senatör Joseph McCarthy önderliğinde, düzen karşıtı sendikacıları, bilim adamlarını ve sanatçıları ortaya çıkartmak amacıyla hızlandırıldı.

ABD ‘iç düşmanlarını’ baskı ve propaganda yoluyla çökertmeye çalışırken, ‘dış düşman’ SSCB ile, kendini özellikle silah endüstrisinde gösteren bir teknolojik yatırım çılgınlığı içinde yarışıyordu. Ancak bireysel özgürlüklere yönelik taleplerin özellikle genç nüfus arasında artan oranda ifade olanağı bulduğu 1960’larla birlike bu tahakküm mekanizmasının özellikle bilim adamları ve sanatçılar üzerindeki etkinliği bir nebze olsun azaldı. Sömürülen yurtseverliğin körüklediği bir paranoya ortamında, aşırılığı meşrulaştırılmaya çalışılan teknolojik ve bilimsel harcamalar, nükleer silahların geliştirilmesi ve uzay araştırmalarının yanında, eğlence sektörünün de içinde bulunduğu farklı alanlara yönelmek durumunda kaldı.

1950’ler aynı zamanda popüler kültüre şekil veren iki dinamik güç olarak televizyon ve rock n roll’un kaynaşmasına tanık olmuştu. Rock n roll sansasyonel, dikkat çekici bir toplumsal/müzikal olay olarak, sistemin pazarladığı yepyeni bir teknolojik ürün olan televizyonun satmak için tam da ihtiyacı olan şeydi. Televizyonun da etkisiyle bir ürün olarak rock n roll ve daha genel anlamda popüler müziğe olan talep arttıkça, bilimsel ve teknolojik çalışmalar bu alanlara yönelmekte fazla gecikmedi. 1964’te New York’lu bir fizik öğrencisi olan Robert Moog’un, soyadıyla anılan analog elekronik synthesizeri üretmesiyle elektronik müzik ve rock n roll tarihinde yeni bir sayfa açılmış oldu. Batı müzik tarihinde ilk kez elektronik teknoloji yaratıcı ve bilime duyarlı bir grup insanın eline geçiyor ve analog synthesizer, yepyeni bir buluş olarak, toplumun ve özellikle de genç kitlelerin içinde bulunduğu kültürel devrim sürecinin bir simgesi haline geliyordu.

Kuşkusuz elektronik müzik Moog’dan önce de vardı; ilk analog polifonik synthesizer olan Hammond Novachord 1937’de üretilmişti. Robert Moog buluşunu yaparken, Leon Theremin adlı Rus asıllı bir bilim adamının ilk olarak 1918’de ürettiği, yine mucidinin soyadını taşıyan ve 1940’lardan beri bir çok Hollywood filminin müziklerinde de kullanılmış, ilginç ve gizemli bir elektronik enstrümandan esinlenmişti. Bunun yanında, manyetik bantlara kaydedilen organik seslerin çeşitli elektronik fonksiyonlarla değiştirilmesinden elde edilen ve Avrupa klasik müzik geleneğinin devamı niteliğindeki bir tür sanat müziği, Fransa, Almanya, ABD, SSCB gibi ülkelerde Pierre Schaffer, Edgar Varese ve Karlheinz Stockhausen’in başını çektiği modern besteciler tarafından 1940’lardan beri icra edilmekteydi. Ancak Moog, o güne kadar elektronik sanat müziğine özgü olan bazı fonksiyonları ve efektleri, piyanoyu model alan yapısıyla geleneksel tuşlu enstrümana taşıyor ve konvansiyonel müzik de denilebilecek, popüler müzik ve türevlerini içeren bir müzik kategorisini etkisine almayı vaadediyordu.

Nitekim öyle de oldu. 1960’lardan itibaren genel olarak rock ve pop üst türlerini içine alan bir yelpaze içinde gelişen elektronik müzik örneklerinin çoğu Moog ve çağdaşı diğer analog synthesizerların öncüsü olduğu bir müzikal altyapı üzerinden şekillendi. The Beatles, Frank Zappa, Stevie Wonder, Roxy Music, Pink Floyd, Genesis gibi rock müziğin önde gelen temsilcileri, albümlerinde yoğun bir biçimde analog synthesizerlara başvururken, aynı dönemde hit olmuş bir çok parçanın çeşitli virtüözler tarafından analog synthesizerlı yorumlarını içeren albümler de yayınlandı. Yine çoğu 1960’larda üretilen Farfisa, Mellotron, Vox, Wurlitzer gibi diğer analog synthesizerlar, dijital teknolojinin synthesizer yapımını da etkileyecek şekilde müzik piyasalarına egemen olacağı 1980’li yıllara kadar bir çok müzisyenin tarzında belirleyici olmayı sürdürdü.

Müzikal estetik ve işlevden ziyade yeniliğin ve görece bilinçsiz bir tüketim furyasının hakim olduğu bu dönemde rafa kaldırılan analog synthesizerlar, 1990’ların ikinci yarısıyla birlikte (tekrar) hatırlanmaya başladı. Dijital denklerinde aynı ses ve fonksiyonları yakalamanın güçlüğünden yakınan analog synthesizer düşkünleri, bu yönde yarattıkları taleple bazı klasikleşmiş eski synthesizerların yeniden üretilmesini sağladılar. Moog, Farfisa, Vox, Wurlitzer, Fender Rhodes ve diğer birçok analog synthesizeri 1990’lar ve 2000’lerin yenilikçi müzik formlarına uygulayan Stereolab, Tortoise, Beastie Boys, Andrew Weatherall, Beck gibi sanatçılar, son on yılda postmodern bir analog müzik estetiğinin belki gerçek anlamda ilk kez oluşmasına katkıda bulundular. Öte yandan yine son dönemlerde bu bilinçli retrospektif tavırdan etkilenen, ancak yukarıdaki isimlerle karşılaştırılamayacak kadar sığ bir analog elektronik altyapıyı son derece basit ve ticari pop şarkılarına uygulayan bazı çalışmalar, analog müzikal teknolojinin anlamını ve işlevini büyük ölçüde saptırmaktalar. Biz de bu dosya kapsamında analog synthesizer müziğinin gelişimine katkıda bulunmuş, ancak hak ettikleri ilgiyi görememiş bazı önemli isimleri ve çalışmalarını ele alarak, müzikal belleğimizde oluşmaya başlayan bu boşluğu doldurmaya çalışacağız.




‘Aşk yazı’ ve Analog Elektronik Müzik:

“San Francisco’ya yolunuz düşerse, sırtınıza bir moog almayı unutmayın!”

Fifty Foot Hose ABD’nin batı yakasında yaşanan ve hippi hareketinin geniş kitlelerce benimsendiği 1967 ‘aşk yazı’nda San Francisco’da basçı Cork Marcheschi önderliğinde kurulmuştu. Marcheschi, Edgar Varese’nin “Poeme Electronique” adlı eserinin 1959 Brüksel Dünya Fuarı’nın Le Corbusier tarafından ters yüz edilmiş bir inek midesi şeklinde tasarlanan binasında çalınışını televizyonda izlediği çocukluğundan beri tam bir elektronik müzik delisiydi. Theremin, karton tüpler gibi daha çok synthesizer öncesi bir takım elektronik gereçlerden oluşturduğu analog elektronik müzik aletleri seti ile işe koyulan Marcheschi ve grubu, neredeyse hepsi gitar-bas-davul altyapısından mürekkep çağdaşı diğer psychedelic rock gruplarından ayrılıyorlardı. Varese’nin yanında John Cage ve Terry Riley gibi Amerikalı elektronik sanat müzisyenlerinden de etkilenen Marcheschi ve Fifty Foot Hose’un diğer üyeleri, avant-garde müzik teori ve teknolojisini dönemin rock müziğiyle harmanladılar. Grubun 1968’te kaydettiği “Cauldron” albümleri müzik tarihinde caz, psychedelic rock ve elektronik müziği bir araya getiren ender çalışmalardan biri olarak 1970’lerin sonlarında Pere Ubu, Throbbing Gristle gibi post-punk’ın önde gelen isimlerini etkiledi.

1960’ların bir diğer kayda değer San Francisco’lu grubu da The United States Of America idi. Onlar da Fifty Foot Hose gibi avant-garde elektronik müzik akımlarından etkilenmişlerdi. Yine klasik rock grubu enstrümental altyapısından farklı olarak gitar yerine elektronik keman ve dönemin analog elektronik synthesizerlarını kullanıyorlardı. Joseph Byrd önderliğindeki grubun CBS’ten çıkan kendi adlarını taşıyan ilk albümleri, özellikle 1970’lerin ilk yarısında Almanya’da Can, Neu, Faust gibi grupların başını çektiği Krautrock akımına ve 1990’larda oluşan, en bilinen örneklerini Stereolab ve Broadcast’in oluşturduğu bir tür avant-pop tarzına kaynaklık etti.

The United States Of America’nın beyni niteliğindeki Joseph Byrd, üniversite yıllarının bir bölümünü New York’ta geçirmişti. Sokak sanatının avant-garde ile kaynaştığı ve dünyanın sanat başkenti konumu 1960’larla birlikte iyice tescillenen New York’ta da analog elektronik müzik teknolojisinin batı yakasındakilere benzer sentezlerine rastlamak mümkündü. Müziklerinde yalnızca analog synthesizerlar ve çeşitli davullar kullanan Silver Apples ikilisi Suicide, Spacemen 3, Spiritualized ve Laika gibi deneysel rock müziğinin önemli gruplarını etkilerken, bir diğer New York’lu grup Lothar And The Hand People, Moog synthesizeri 1968’de, Brian Eno’nun Roxy Music’in elektronik donanımından sorumlu olacağı günlerden bir kaç yıl önce, belki de bu kadar yoğun ve yaygın bir biçimde ilk kez kullanıyordu.

Analog synthesizerların psychedelic rock ile flörtü yalnızca Atlantik’in batı yakasıyla sınırlı kalmadı. Fransız musique concrete ekolünün önde gelen temsilcilerinden Pierre Henry, uzun sure birlikte çalıştığı koreograf Maurice Bejart’ın modern balelerinden biri için düzenlediği müziklerden oluşan “Messe Pour le Temps Présent” albümünü 1967’de Philips etiketiyle piyasaya sürdü. Yer yer davul zilleri yerine elektronik olarak değiştirilmiş kilise çanı sesleri ve daha bir çok ilginç efektle bezenmiş bu albüm, sanat müziği ve ticari müziğin en ilginç kaynaşmalarından biri olarak müzik tarihindeki yerini aldı. Albümdeki parçalar 1990’lı yıllarda Coldcut, DJ Vadim, William Orbit, Fatboy Slim ve Funki Porcini gibi dönemin dans müziğinin önemli isimlerince remixlendi. Pierre Henry 1999 Mayıs’ında 72 yaşında iken bir deneysel müzik festivalinde Londra Queen Elizabeth Hall’da bir dj edasıyla bu albümden ‘Psyche Rock’u çalarken, izleyicilerin arasında botlarını yere vurarak eşlik eden bir grup punk ve hippinin de bulunğunu, müziğin zamansızlığı açısından hatırlatalım.

Önerilen albümler:

Fifty Foot Hose – Cauldron (1968)
The United States Of America - The United States Of America (1968)
Silver Apples – Silver Apples (1968)
Silver Apples – Contact (1969)
Lothar And The Hand People – Space Hymn (1969)

Pierre Henry - Messe Pour le Temps Présent (1967)

*Bant - Şubat 2006

0 Comments:

Post a Comment

<< Home