<$BlogMetaData$

16 May 2006

Graffiti: Baskıdan Doğan Sanat*


Etimolojik kökeni Latince’ye kadar giden « graffiti » sözcüğünün kapsadığı şekliyle duvar yazıları ve resimlerinin, tarih boyunca bir çok dünya uygarlığında var olduğu ve çeşitli pratik ya da estetik ihtiyaçları giderdiği konusunda günümüzde bir çok tarihçi hemfikir. Modern öncesi dönemde Efes’te duvar üzerine yazılmış fuhuş ilanlarından, Pompei’deki Romalı devlet adamlarının karikatürlerine kadar uzanan, sınır-ötesi bir graffiti geleneğinden söz etmek pekala mümkün. Bununla birlikte, bizi bu dosya kapsamında ilgilendirdiği anlamda bir yaşam biçimi ve sanat dalı olarak graffiti kültürünün temelleri, sosyo-ekonomik dengelerin hızla değiştiği 1970’li yıllar ABD’sine dayanıyor.

1970’li yıllar neredeyse bütün dünya ülkelerinin, petrol krizinin de tetiklediği genel bir ekonomik sıkıntı içerisinde olduğu bir dönemdi. Ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra süper güç konumu iyice pekişen ABD’de zaten hiçbir zaman Avrupa’daki kadar gelişmemiş olan sosyal devlet modelinin gerektirdiği sağlık, eğitim, konut gibi harcamalar, bu dönemde önemli ölçüde kesintiye uğratıldı. Ağır sanayinin ekonomideki payının tüm batı dünyasında azalması ve üçüncü dünya ekonomilerine yönelmesine paralel olarak gelişen bilişim ve hizmet sektörlerinde istihdam edilemeyen genç yığınlar, kendilerini bir anda kitlesel ve giderek kronikleşen bir işsizlik batağına saplanmış halde buldular.

Amerikan ekonomisindeki bu kökten değişimleri yaşayan kentlerin başında kuşkusuz ülkenin finans merkezi konumundaki New York geliyordu. Söz konusu dönemde hızla yaygınlaşan kentsel dönüşüm ya da ‘mutenalaştırma’ programlarından nasibini New York’un farklı göçmen toplulukların sakin bir biçimde yaşadığı Güney Bronx bölgesi de aldı. Yerleşim alanlarını teğet geçmesi mümkün olduğu halde, özellikle bölgenin üstünden geçirilen bir otoyol, sakinlerinin bir çoğunu Güney Bronx’u 1970’lerin ilk yarısında terk etmek zorunda bıraktı. Amaç açıkça New Jersey ve Long Island bölgelerini karayoluyla yakınlaştırmak ve türlü siyasi ve ekonomik çıkar gruplarının istekleri doğrultusunda yeni rant alanları yaratmaktı.

Gidenler eski rahatlarından oldukları gibi, Güney Bronx’a sonradan yerleşenler de ekonomik olarak bölgenin eski sakinlerinden çok daha kötü koşullarda yaşamak durumunda kalmışlardı. Kitlesel boşalmadan sonra adeta bir hayalet şehir görünümünü alan bölgenin yeni ‘sakinleri’ beklendiği üzere, sınıf ve ırk ayrımcılığını zaten bütün şiddetiyle yaşayan, ağırlıklı olarak siyahi ve Latin kökenli nüfustu. ‘Yeni dünya düzeni’nde kendilerine üretici olarak ihtiyaç duyulmayan ve hatta ekonomiye bir yük olarak görülen bu güruh, sosyal hizmetlerden mahrum bırakılıyor ve özel girişimcilerle toplumsal ahlakçılar tarafından ‘şehrin efendileri’nin ‘rafine’ gözlerinden uzak tutulmaya çalışılıyordu. Ancak ‘etkisiz eleman’ olarak görmekte direndikleri bu topluluğun özellikle genç mensupları, kendilerine karşı bu derece umursamaz bir tavır takınan siyasal iktidara, kendi yaratıcı ve girişken kültürlerini oluşturarak karşı koymakta gecikmediler. Bizdeki mahalle kültürüne benzer bir biçimde bir nevi sivil bir dayanışma şebekesi yaratan bu gençler, fark edilmek ve alternatif bir kimlik yaratmak üzerinden şekillenen bir sanatın temellerini, rap müzik ile birlikte hip-hop kültürünün ikinci önemli unsurunu teşkil edecek biçimde, 1970’lerin ikinci yarısında atmış oldular.

Graffiti sanatçıları başlangıçta şehrin muhtelif yerlerine takma isimlerini yazmakla yetiniyorlardı. 1980’lerin başında “Wild Style” adı verilen, estetik açıdan dikkat çekici, okunması çok daha zor ve daha büyük harflerden oluşan bir graffiti stilinin artan oranda popülerleşmesi, graffitinin geniş kitlelerce tanınmasına ve bir sanat olarak önemli ölçüde benimsenmesine ortam hazırladı. Graffitinin tuvalleri sıklıkla boş duvarlar ve trenler, fırçaları ise farklı renklerdeki sprey boyalardı.

Graffiti eylemi, doğası itibarıyla sanatçıya ait olmayan bir mülkiyetin boyanması anlamına geldiğinden, izne tabi olmadığı sürece yasal değildi ve graffiti bu tarafıyla net bir biçimde otorite karşıtı bir sanattı. Sanatı icra etmek için gerekli olan araçlar, suç unsurunun ta kendisiydi; araç olmadan ise sanattan bahsetmek mümkün değildi. Bir çok graffiti sanatçısı, emniyet görevlilerine yakalanmamak için geceleri çalışıyordu. Takma isim kullanmalarının ardındaki sebep, alternatif bir kimlik yaratma ve onunla ünlenme olduğu kadar, kendilerine dayatılan resmi kimliği saklama eğilimiydi. Eser yaratılırken salgılanan adrenalin dozunu, yer yer çizgilerin keskinliğinden ya da eserin içeriğinden kestirmek mümkün olabiliyordu.

Merkezi otorite ve özellikle de belediyeler, başından beri kampanyalar düzenleyerek halkı graffitinin bir tür vandalizm olduğu şeklinde yönlendirmeye çabalasalar da, graffiti giderek daha fazla katılımcı ve destekçi bulan bir sanat olarak yaygınlaşmayı sürdürdü. Öte yandan, yapılan bazı işler o kadar iyiydi ki, devlet de özel mülk sahipleri de temizlenmeleri için küçük birer servet harcayacaklarına, onları yerinde bırakmayı seçiyorlardı. Belki daha da önemlisi, graffitinin önlenmesinin mümkün olmadığı, silinen her eserin yeni ve daha provokatif bir yenisine bırakacağı gerçeği, resmi makamlar tarafından bile anlaşılmaya başlamıştı.

Graffiti ‘yüksek sanatlar’ dünyasının dikkatini çekmekte de fazla gecikmedi. Dondi, Zephyr, Futura gibi graffiti sanatçıları tuval üzerinde çalışıp eserlerini galerilerde sergilemeye başladılar. Graffiti sanatçılarının ‘sanat tüccarları’ ile flörtü fazla uzun sürmese ve akım bir bakıma doğal ortamı olan sokaklara dönmüş olsa da, bu deneyimlerin graffiti sanatının gelişimine önemli katkıları oldu. Graffiti sanatı kısa sürede ABD’nin bir çok şehrine ve zamanla dünyanın dört bir yanına yayıldı. Akımın örneklerine, bugün Sao Paulo’dan Tahran’a, Tokyo’dan İstanbul’a son derece geniş bir alanda rastlamak mümkün.

Sözcüklerden ibaret bir biçimde ortaya çıkan akım, zamanla resimlere, son olarak da kelimelerle resimlerin her zamankinden olgun birer bileşimine dönüştü. Gerçekten de dil graffiti sanatının en önemli unsurlardan biri olmaya devam ediyor. Özellikle Wild Style ve sonrası dönemde, graffiti sanatçılarının mahlaslarını giderek daha karmaşık bir biçimde yazıyor olmaları, graffiti tarihinin kısmen de olsa bir anlaşılmazlık tarihi olarak okunabileceğine işaret ediyor. Otoriteyle süregelen hummalı ilişkileri, graffiti sanatçılarının da aynı rap müzisyenleri gibi yalnızca kendi sosyal çevreleri içinde anlayabilecekleri alternatif bir argo oluşturmalarına yol açıyor. Bu argo şekiller ya da resimle birleşince, ortaya resmi dilden fersah fersah uzak, resmi alandan bir nebze olsun uzaklaşmayı, özgürleşmeyi sağlayan, kendine özgü bir iletişim biçimi çıkıyor. Graffiti sanatçılarının öncülerinden Phase 2 bir röportajında, sanatını oluşturan dağınık harf ve şekilllerin, doğuşu bile savaş mitolojisine indirgenen Latin alfabesinin sıralı, düzenli harflerinin temsil ettiği batı düşüncesinin emperyal ve militarist eğilimlerine bir tepki olduğunu dile getiriyor. Graffiti “baskıdan doğan bir sanat” olarak gelişimini André Gide’i haklı çıkarırcasına sürdürüyor. Yine bir graffiti sanatçısı ESPO’nun dediği gibi: “Yasadışı sanat “Siktir Git” demek durumunda..“Merhaba” ya da “Nasılsınız?” değil..”

*Bant - Mart 2006

0 Comments:

Post a Comment

<< Home