<$BlogMetaData$

17 May 2006

Brezilya Sanatında Bir Dönüm Noktası: Tropicalia*


Çocukluk hastalıklarından eşyadan korkmayı oldukça erken geçirmiş biriyim. İlk anılarımdan bir tanesi üç yaşındayken salondaki eşek kulaklı hayvani koltukla göz göze gelmemek için kanapenin arkasına saklanmam. Hareketli canlılardan bile fazla çekinmediğim bu dönemde objelere karşı geliştirdiğim bu korkulardan en ilginci ise herhalde pikaba karşıydı. Sandık odasındaki bozuk pikabı ilk keşfettiğim gün soluğu mutfaktaki annemin yanında alışımı unutmam oldukça zor.

Bizim pikap da birçok ailede olduğu gibi seksenli yılları iğne kırık, motor yanık, yüklüğe kaldırılmış bir vaziyette geçirdi. Dört yaşım itibarıyla tüm eşya korkularımı yenmiş iken, pikaba tekrar ilk dokunmam analog teknolojinin üstünlüğüne vakıf olduğum doksanlı yılların ortalarını buldu. Kaset teknolojilerinin altın çağını yaşadığı seksenlerin ortalarına kadar ise evde fazla müzik sesi işitilmedi. Ta ki bir gün annemin Londra’dan getirdiği bir kasedi ‘teybe’ takmasına kadar.. Ninni söylercesine yumuşak ve naif sesli bir kadın hiç duymadığım egzotik bir dilde, biraz da detone bir biçimde bir takım şarkılar ‘mırıldanıyor’, aynı hafiflikte bir gitar, davul ve saksafon da ona eşlik ediyorlardı.

Kocası Joao Gilberto ve Stan Getz gibi jazz ustalarıyla çalışan Astrud Gilberto ve genel olarak altmışlı yılların başında dünya çapında büyük bir popülariteye ulaşan ‘bossa-nova’ akımı, Brezilya müziğine dönüşü olmayacak bir şekilde ısınmamı sağladı. Öyle ki, on iki sene önce ilk pikabımı aldığımda dinlediğim ilk plaklardan biri yine annemin eskilerinden Antonio Carlos Jobim’in Wave’i oldu. Bütün hüznüne rağmen ince bir istihza ve seksapelin hakim olduğu Brezilya müziği, kısa sürede bir çok türeviyle birlikte beni iyice kendine çekmeye başladı.. Neyse, Holden Caulfield’ın deyimiyle çocukluğuma dair bu David Copperfield zırvalarını bir kenara bırakıp sadede geleyim.

Brezilya müzikal geleneği, ülke topraklarına on altıncı yüzyılda musallat olan Avrupalı sömürgecilerin, yerel halk ve özellikle de sömürge erkinin temsil ettiği resmiyeti zorlayan Afrika kökenli kölelerin müziğiyle tanışmasının sonucunda vazgeçilmez olarak çok kültürlü bir biçimde gelişti. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren güneybatı Afrika kökenli ve dans ağırlıklı olarak şekillenen ‘samba’ müziği başat gelenek olarak öne çıkarken, bossa-nova da dahil olmak üzere özellikle altmışlarda doğan birçok müzik akımını sambanın yeni ve farklı yorumları olarak görmek pekala mümkündü. Zira, eğer bossa-nova’yı “samba artı jazz” formülüyle ifade edersek, yeni arayışların sonucu olarak ortaya çıkan ‘tropicalia’ akımının denklemini de “samba artı rock and roll” olarak kurmak gerekir.

Tropicalia akımı 1967 yılında dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Brezilya’da da hayli istikrarsız olan bir politik ortamda doğdu. Akımın öncülerinden, Brezilya’nın Bob Dylan’ı diye de anılan şair ve müzisyen Caetano Veloso’ya göre tropicalia, bossa-nova’nın tam da antitezini teşkil ediyordu. Sambadan farklı olarak bossa-nova özünde yüksek sınıfların yine sınıfdaşları için yaptığı bir müzikti. Rio’nun zenginlerinin volta attığı plajlarda doğmuştu ve gerek yumuşak tınısı, gerekse ağırlıklı olarak deniz, güneş, aşk ve güzel kadınlardan bahseden apolitik sözleriyle zamanının sosyo-ekonomik sorunlarına yabancı, izole, elit, bohem bir kesime sesleniyordu.

Bu durum tabii benim gibi Veloso’nun da, bossa-nova’dan estetik olarak herhangi bir haz almadığı anlamına gelmiyordu. Caetano Veloso’nun yanı sıra Gilberto Gil, Tom Zé, Gal Costa ve Os Mutantes gibi sanatçı ve müzisyenlerin de içinde bulunduğu tropicalia hareketinin amacı, aslında müzikal olarak fazla bir itirazları olmadıkları bossa-nova’yı bastırmak ya da ortadan kaldırmaktan ziyade, Brezilya popüler müziğini mustarip olduğu aşırı milliyetçi ve elitist eğilimlerden arındırmaktı. 1964’teki askeri darbe ve müteakip cunta rejmi zaten bossa-nova sanatçılarını da önemli ölçüde bilinçlendirmiş, birçoğunun daha muhalif bir çizgide ilerlemesine sebep olmuştu.

Ancak tropicalia sanatçıları bossa-novacılardan farklı olarak, yeni bir müzikal sentez yaratmaktan çok yeni bir tavır ortaya koymayı amaçlıyorlardı. Sanatsal tavır ve yaklaşımlarında isyankarlık, teslimsizlik, öfke ve kara mizahı bir araya getiren tropicaliacılar, ırkçılık ve cunta iktidarının her türlü politik baskı kurma çabasına karşı çıkıyorlardı. Onlar için müzik, şiir, plastik sanatlar, sinema ve tiyatro ile birlikte, hareketin faaliyet göstermesi icap eden sanat dallarından yalnızca biriydi. 1968 yılının başlarında çıkan bir gazete makalesinde tropicalia, “bir grup Brezilyalı müzisyen, sinemacı ve entelektüel tarafından oluşturulmuş, uluslararası arenayı hedefleyen bir hareket” olarak niteleniyordu. Paris’teki öğrenci olaylarıyla kesişecek şekilde 1968 mayısında yayımlanan “Tropicalia ou Panis et Circensis” (Tropicalia ya da Ekmek ve Sirk) adlı toplama ‘manifesto’ albümü, hareketin ününün iyice yayılmasını sağladı.

Kuşkusuz Brezilya rock and roll ile tropicalia akımı sayesinde tanışmamıştı; bossa-nova dönemine paralel olarak rock müzik icra eden grup ve müzisyenler, ellili yılların ortalarından itibaren Brezilya müzikal geleneğindeki yerlerini almaya başlamışlardı. Roberto Carlos, Erasmo Carlos ve Wanderlea gibi sanatçıların başını çektiği “Jovem Guarda” (Yeni Okul) adlı bir psychedelic ve garaj müzik akımı, 1966 yılı itibarıyla Arjantin, Uruguay ve Paraguay gibi komşu ülkeler başta olmak üzere, İspanya ve Portekiz de dahil bütün Latin dünyasında yankı uyandırmayı başarmıştı. Ancak tropicalia akımı, jovem guardadan farklı olarak ülkedeki hakim popüler müzikal yaklaşımın dönüştürülmesini, hatta bütünüyle değiştirilmesini amaçlaştıran devrimci bir dinamiği bünyesinde barındırıyordu. Stereolab elemanlarının olağanüstü kadın vokalist Wanderlea ile birlikte Brezilya’daki favorilerinden Os Mutantes grubu ise jovem guarda ile tropicalia akımları arasında bir nevi müzikal köprü işlevi gördü.

Tropicalia sanatçıları müziklerinin merkezine bossa-novanın hafif akustik gitar akorlarının yerine, statükoya karşı birer silah edasıyla kuşandıkları elektro-gitarları oturttular. Kaderin garip bir cilvesidir ki, o yıllarda Brezilya üniversite gençliğinin radikal kanadı arasında elektro-gitar ve vazgeçilmez bir biçimde rock and roll, ABD emperyalizminin simgeleri olarak görülmekteydi. Bu yüzden tropicalia sanatçıları, hedef kitlelerini, Brezilya popüler müziğinin statükocu eğilimlerini tasfiye etme çabalarının samimiyetine inandırmakta oldukça zorlandılar. O kadar ki, Caetano Veloso 1968 eylülünde Sao Paulo’da düzenlenen bir uluslararası müzik festivalinde adını Paris’teki mayıs olaylarında atılan bir slogandan alan “E Proibido Proibir” (Yasaklamak Yasaktır) parçasını çaldığı sırada, domates ve yumurta ya da geçen seneki “Ermeni Konferansı”’na izin verilmesine yönelik ‘kızıl elma’ tepkilerinden sonra Türk halk dilindeki adıyla ‘menemen’ ile karşılandı.

Öte yandan, dönemin Brezilyalı radikal öğrencileri bugünün “Öncü Gençlik” ya da “Ülkü Ocakları”’ndan farklı olarak aklıselimden nasiplerini aldıklarından olsa gerek ki, aynı dili konuştuklarını anladıkları tropicalia sanatçılarını bağırlarına basmakta fazla gecikmediler. Tropicaliacılar asıl baskıyı alışılageldiği üzere devlet güçlerinden gördüler. Askeri cunta yönetimi, ülkenin düzenini bütün boyutlarıyla eleştiren tüyler ve kadifeler içindeki bu ‘kılıksız hippileri’, gençliği dejenere edecek siyasi bir ‘tehlike’ olarak görüyor ve tehlikeli buldukları şarkı sözlerini sık sık sansürlüyorlardı. Veloso ve Gil’in, 1968’in aralık ayında tutuklanarak cezaevine konması, tropicalia hareketinin de kabaca sonu oldu. İki sanatçı herhangi bir suçla itham edilmedikleri dört aylık bir cezaevi döneminin ardından dört yıllığına Londra’ya sürüldüler. Burada yazdıkları müzik ve lirikleri Brezilya’daki sanatçılara ulaştırarak 1974’te ülkeye dönene kadar akımın diğer temsilcilerinin faaliyetlerine de katkıda bulundular. Ancak onlar kadar şanslı olmayanlar da vardı. Örneğin, şair ve söz yazarı Torquato Neto, işkence ve zorunlu ‘psikiyatrik tedaviye’ maruz bırakılmasının ardından intihar etmişti.

Brezilya’da askeri yönetimin son bulduğu 1985’ten sonra tropicalia hareketine olan ilgi dünya çapında arttı. Özellikle oryantalizmden arınmış olağanüstü müzikal sezgisini kullanarak doksanlarda “Luaka Bop” adlı plak şirketini kuran eski Talking Heads üyesi David Byrne, Os Mutantes ve Tom Zé gibi büyük ölçüde keşfedilmemiş tropicalia cevherlerini yeniden ‘muasır medeniyetin’ takdirine sundu. Son beş yıl içinde birçok kez hayranı olan Tortoise elemanları ile konsere çıkan ‘Brezilya’nın Frank Zappa’sı’ Tom Zé’nin yeni albümü 11 nisanda yine Luaka Bop etiketiyle piyasaya çıktı. Keza, Tortoise bu yıl Bonnie Prince Billy ile kaydettikleri “The Brave And The Bold” albümlerinde bir diğer tropicalia müzisyen ve şairi Milton Nascimento’nun “Cravo é Canela” parçasını harika bir biçimde yorumladı. Yine Beck’in 1998’de çıkarttığı “Mutations” albümünde yer alan “Tropicalia” parçası da akıma olan saygısının bir ifadesiydi. Gilberto Gil ise an itibarıyla milliyetçi solcu Lula hükümetinin kültür bakanı. Gil, tropicalia ile ilgili düzenlenen “Tropicalia: A Revolution In Brazilian Culture” (Tropicalia: Brezilya Kültüründe Bir Devrim) adlı şu ana kadarki en büyük etkinlik kapsamında, haziranda Londra Barbican’da sahne alacak. Tom Zé, Os Mutantes, Gal Costa ve Jorge Ben gibi sanatçılar da aynı konserler zincirinin içinde yer alıyor. Tropicalia, altmışlı yılların en önemli sanat hareketlerinden bir tanesi olarak hak ettiği ilgiyi sonunda görüyor.

*Bant - Mayıs 2006

0 Comments:

Post a Comment

<< Home