<$BlogMetaData$

03 July 2006

Zamansızlığın Ötesinde: Michael Head*

İnternetin olmadığı, müziğe erişme olanağımızın plakçılarla sınırlı olduğu doksanlı yıllardı. Zevkine güvendiğimiz eş dost dışında iyi müzik hakkında malumat edinmenin yegane yolu bütçemizi bir hayli aşan bir kısım ecnebi müzik neşriyatını kitabevlerinin münasip bir köşesine ilişip kasiyerden zılgıt yiyene kadar okumaktan geçiyordu. Ne var ki, harcadığımız zaman boşa gitmiyordu. Greg Dulli’den Bob Mould’a, Mark Lanegan’dan Mark Hollis’e bir dönemin en haysiyetli şarkı yazar ve yorumcularına aşina olmamız bir grup hoşgörülü kasiyer abi ve ablamız sayesinde mümkün olmuştu. Bu bilgilenme kaçamaklarımız, haftalık alternatif müzik yayınları arasında başı çeken Melody Maker’ın iflas edip NME’nin de tadının tuzunun kaçacağı ikibinlerin başına kadar sürdü.

Michael Head’le tanışmam da bu düzenli ziyaretlerimden birine rastladı. Londra’da bulunduğum 1997 yılıydı. Bir kitapçıda NME’nin yıl sonu sayısına bakarken, yılın albümleri listesinin ortalarında bir yerde Head’in “The Magical World Of The Strands” albümü hakkındaki yorum hemen ilgimi çekti. “Çok az sayıda basılan bu albüm sadece dördümüz dinleyebildiği için bu kadar gerilerde kaldı, yoksa kolaylıkla ilk üçe girerdi” kabilinden bir şeydi. Bu iddialı övgü karşısında “Madem öyle” deyip oldukça meşakkatli bir arayışa giriştim. Bereket versin ki bu esrarengiz plağı iki hafta gibi makul bir süre sonra Soho’daki bağımsız plakçılardan bir tanesinde bulup aldım.

O dönemde altmışlar ve yetmişlerin akustik gitar ağırlıklı rock müziğinin temel taşları niteliğindeki The Byrds, Love, Nick Drake gibi grup ve müzisyenlere fazlasıyla sarmış olduğumdan olsa gerek, albüme ilk başta pek ısınamayıp Michael Head’i abilerinin vasat bir taklidi olarak görmüştüm. Ancak çok geçmeden The Magical World Of The Strands’in özellikle rock müzikte retrospektif arayışların gereğinden fazla arttığı doksanlı yılların ‘tek kelimelik’ birçok grubunun bütün çalışmalarına taş çıkartan, adı gibi ‘büyülü’, zamansız bir albüm olduğunu anladım. Gerçekten de dönemin yok satan bazı ‘Britpop’ gruplarında sıkça rastlandığı biçimde yavan bir mazi özentiliğinden nasibini zerre kadar almamış, diğer taraftan da hangi döneme ait olduğu konusunda doğru tahmin yürütmenin oldukça güç olduğu bir albümdü bu. Amerikan batı yakasına özgü, yer yer gayet sert olabilen bir psychedelic rock altyapısını en az Michael Head’in memleketi Liverpool sahillerinin dalga sesleri kadar iç ferahlatıcı, dingin bir tür İngiliz folkuyla birleştiriyordu. The Magical World Of The Strands, flüt ve yaylılardan mürekkep bir orkestranın dahiyane aranjmanlarıyla muhtelif yerlerine özenle işlenmiş ince ayrıntılar sayesinde dinlendikçe açılan, tam anlamıyla ‘olgun’ bir çalışma olarak sadece doksanların değil tüm zamanların en güzel albümlerinden biri sıfatını ziyadesiyle hak ediyordu.

Olgunluk dedik, Michael Head’in seksenli yılların kadri bilinmemiş erken indie-pop gruplarından The Pale Fountains’ın ve onların doksanlardaki devamı niteliğindeki Shack’in beyni olduğunu ve The Magical World Of The Strands’i kaydettiğinde otuz beşine merdiven dayadığını, ertesi yıl yine NME’den öğrendik. Shack yeni albümü “HMS Fable”ı çıkartmaya hazırlandığı sırada, NME kapak yaptığı Head’i kastederek “Bu adam bizim en iyi şarkı yazarımız. Tanıyor musunuz?” diye soruyordu. Cevap tabii büyük ölçüde “Hayır”dı. The Pale Fountains 1982’den 1985’e kadar süren kısa ömründe herhangi bir liste başarısı gösterememiş, “Pacific Street” (1984) ve “From Across The Kitchen Table” (1985) adlı iki albüm kaydedip dağılmıştı. Ancak Michael Head, kardeşi John Head ve grubun diğer üyeleri, özellikle Pacific Street’te bossa-nova ve Burt Bacharach’dan feyz alan ‘kitsch’ bir pop estetiğini yeniden yorumlayan ve daha çıraklık dönemlerinde zamansız tınılarıyla öne çıkan nev-i şahsına münhasır müzikleriyle nelere kadir olduklarını, ‘anlayan’ bir kesime göstermişlerdi. Nitekim, Echo And The Bunnymen’in solisti, hemşehrileri Ian McCullough onlar için “Seksenlerin belki de en gözden kaçmış grubu” yakıştırmasını yapacaktı.

Shack, Michael Head’in kardeşi John ile birlikte kurduğu, The Pale Fountains’dan sonraki projesiydi. 1988’de yayınladıkları “Zilch” albümleri, From Across The Kitchen Table’ın da prodüktörlüğünü yapan Lightning Seeds elemanı Ian Broudie’nin elinin ayarının kaçması sonucu, Head’in akustik ya da doğal bir sound’a olan meylinin aksine sentetik bir yapıya bürünmüştü. Thatcherizm’in özellikle endüstriyel çöküş ve işsizlikle birlikte anılan karanlık yüzünün Liverpool’u ve özellikle de Head’in çocukluk ve ilk gençliğini geçirdiği işçi mahallesi Kensington’ı koyduğu hali yansıtan Zilch, gayet güçlü besteler barındırmasına rağmen prodüksiyon kurbanı olmuştu. Bu dönemde eroin bağımlısı olan Michael Head ve diğer grup üyelerinin bol miktarda uyuşturucu etkisinde 1991’de kaydettikleri ikinci albümleri “Waterpistol”, ancak kaybolan kayıtlar bulunduktan sonra 1995’te yayınlanabilmişti. Yine ticari bir başarı elde etmemekle birlikte Waterpistol umut vaadeden bir albümdü ve alternatif müzik basınından iyi eleştiriler almayı başarmıştı.

Michael Head’in olağanüstü Strands projesiyle devam eden çıkışı, 1999’da büyük plak şirketi London’dan çıkan Shack albümü HMS Fable ile nispeten popüler bir düzeye erişti. “The Magical World Of The Strands”in baştan sona ‘fişe takılı’, orkestrasyonun ağırlığını büyük ölçüde elektro-gitarlara bıraktığı oldukça sert bir uzantısı olarak da nitelenebilecek bu albüm, doksanların ve milenyumun belki de son gerçek rock klasiğiydi. Kişisel bir koşutlama yapmak gerekirse, HMS Fable benim için Sugar’ın “Copper Blue”, Screaming Trees’in “Dust” ve Teenage Fanclub’ın “Songs From Northern Britain” albümlerinin yanında doksanlar rock’ının ‘kare as’ını oluşturan albümdü. Eroini bırakmış olmanın verdiği hafiflik Head’in müziğine ne ölçüde yansıyordu tartışılır, ancak sözlerde ‘H’in yeri yabana atılacak gibi değildi. Strands’deki “X Hits The Spot” gibi, Kensington’ın kısaltması olan ‘Kenny’ sokaklarında ‘junk’ arayışını anlattığı “Streets Of Kenny”, Talk Talk’un yine otobiyografik “I Believe In You”su ile birlikte eroin bağımlılığı hakkında yazılmış en vurucu şarkılardan biriydi. Michael Head’in ağırlıklı olarak Liverpool’un haşin mahallelerindeki hayatından kesitleri konu eden sözleri, albümdeki şarkıların çoğunun içeriğini belirliyordu.

Aldığı bütün olumlu eleştirilere rağmen albümün satışından tatmin olmayan London, Shack’le sözleşmesini feshederek grubun tekrar bağımsız şirketlere dönüşünü hazırladı. 2003’te çıkan “Here’s Tom With The Weather”, “Fable”a nazaran daha hafif, yer yer Fountains dönemini andıran pop parçalarından oluşan, görece iddiasız bir albümdü. 15 Mayıs’ta yayınlanan son albümü “The Corner Of Miles And Gil”de ise grubun Strands ve Fable günlerinin verimine yaklaştığını söylemek pekala mümkün. Miles Davis ile Gil Evans’a bir saygı niteliğinde olduğu aşikar olan albümün adının da işaret ettiği gibi caz geleneği, albümdeki birçok şarkının aranjmanında Michael Head’in kariyerinde sıklıkla görüldüğü üzere etkisini yoğun bir biçimde gösteriyor. Bol bol trompet sesi duyduğumuz albümün ilk single’ı “Tie Me Down”, son derece erotik sözlerine bir o kadar da nahif bir melodinin eşlik ettiği, ironik bir açılış parçası. LSD göndermeleriyle dolu “Cup Of Tea”nin nakaratındaki akorlar bana sanki Boston’un “More Than A Feeling”i ile aynı gibi geldi ama rock and roll’un güzelliği de bu beklenmedik benzerliklerde olsa gerek. Albümün en sert parçası “Black And White”ta, John Head’in gitarın hakkını verirken Bob Mould’u aratmadığını not etmek lazım. The Corner Of Miles And Gil özellikle Britanya ve ‘tek kelimelik’ gruplarının içinde bulunduğu fakr-u zaruret ortamında, adadan ümidi bütünüyle kesmemek için iyi bir sebep. Michael Head ise kırkbeşinde, her döneminde kendine özgü, zamansız bir müzik yapmayı başarabildiği yirmibeş yıllık bir kariyeri ardında bıraktı. Samimiyetsiz, sözde hissiyatlı, ağlak müziklerin prim yaptığı bir garip dünyada, gerçek acıyı, hüznü, sevinci ve coşkuyu bir arada ifade etmeyi becerebilen, yalnızca Britanya’nın değil, dünyanın en iyi şarkı yazarlarından biri olarak dimdik ayakta. Sahi, ‘eski okul’ şarkı yazarlarından kim kaldı ki?

*Bant - Haziran/Temmuz 2006

0 Comments:

Post a Comment

<< Home