<$BlogMetaData$

24 July 2006

“İstanbul İçin İsyan Vakti”*

Memleket sanatseverlerinin büyük bir kısmı yıllardır şu serzenişlerde bulunmadan duramaz: “Yahu bu ülkede bu kadar malzeme var, neden doğru dürüst bir alternatif sinema ya da müzik ekolümüz bir türlü oluşmuyor bizim? Neden bir Türk yeni dalgasından bahsetmek mümkün değil? İyi yönetmenler hep tek tük mü çıkmak zorunda? Ya da neden bizim de bir Seattle’ımız, bir Manchester’ımız yok? İstanbul’un Ankara’nın nesi eksik?...” Televizyondaki tartışma programlarından rakı sofralarına kadar birçok ‘nezih ortam’ı şenlendiren bu soruları biz de sanatın az çok alternatif, bağımsız ve muhalif olanından haz eden bir grup sanatsever olarak kendimize ve çevremize sık sık sorduk. Dönem ağırlıklı olarak Türkiye’nin diğer birçok ülke gibi dünyanın kalanıyla olan bağlantılarının sıkılaştığı doksanlı yıllardı. Her gün yeni bir özel televizyon ya da radyonun açıldığı, ‘sanat tüketimi’nin hiç bir zaman olmadığı kadar arttığı bu dönemde medya ve eğlence sektörü, alışıldığı üzere kendi egemen popüler kültürünü yaratmakta gecikmedi. Hepimiz kısa sürede seksenli yıllarda alternatif yoksunluğundan bir çoğumuzu ekrana çivilemiş Latin Amerika menşeli pembe dizilerin ya da yine aynı dönemin ruh ve derinlik fukarası birtakım sentetik pop şarkılarının memleket denklerini en iyi ihtimalle ‘deneyimler’ olduk.

Endüstri kaptanlarının boş buldukları meydanda borularını yüksek desibelli öttürdükleri bu dönemde, alternatif müziğin eğlence sektörünün çiçeği burnunda kar alanlarında boy göstermesini beklemek tabii ki abesle iştigal olurdu. Zaten alternatif müziğe erişim olanakları, internet ve paylaşım teknolojilerinin yokluğunda “Kent FM” ve diğer bazı bağımsız özel radyolarda yayınlanan üç beş program ve yurtdışından getirdikleri CD’leri kasete çekip satan birkaç plakçıdan ibarettti. Basına gelince “Stüdyo İmge” ve kısmen “Çalıntı” dışında alternatif müziğe yer ayıran dergi yok gibiydi. Konu hakkında bilgi edinmenin tek yolu, fahiş fiyatlara satılan yabancı müzik yayınlarının sahaflara düşmesini beklemekten geçiyordu. Sesini halihazırda mevcut popülarite formüllerini uyguladığı ölçüde duyurabilen icracıların egemen olduğu bir ortamda, kitlelerin ‘razı’ edildiği müzik kalıplarının dışına çıkmak isteyenlerin şansı da haliyle çok azdı.

Tanım itibarıyla ‘alternatif’ bir müziğin oluşması, ticari, egemen, popüler bir müzik türünün varlığıyla doğrudan ilişkilidir. Alternatifi aranacak, bir şekilde karşı durulacak popüler müziğin de en az alternatifi kadar kimlik sahibi olması icap eder. Ancak, altmışlı ve yetmişli yıllarda altın çağını yaşamış, oldukça verimli bir pop ve rock müzik geleneği oluşturabilmiş bu toplumun müzikal ifade yetisi, aldığı ‘darbe’ler sonucu seksenlerle birlikte iyice cılızlaşmıştı. Doksanlı yılların ortalarında Türk pop müziğinin içinde bulunduğu fakr-u zaruret ortamından nasibini, kendini poptan soyutlayarak ama yine de vazgeçilmez bir biçimde popa bağlı olarak gelişen rock ve diğer müzikal arayışlar da önemli ölçüde almıştı.

Ağırlıklı olarak geç yetmişli ve seksenli yılların, kökü bütünüyle dışarıda, insana cinnet geçirtme potansiyeli oldukça yüksek, sentetik bir rock müzik altyapısını, inatla en harcıalem memleket ezgileriyle harmanlama çabası gösteren bu ‘oto-oryantalist’ zihniyetin, Erkin Koray’ı, Apaşlar’ı, Silüetler’i çıkartmış bir topluma hakim olması anlaşılır gibi değildi. Dünya üzerindeki başlıca müzik hareketlerini yakalamakta, hatta zaman zaman öncellemekte bile fazla sıkıntı çekmeyen bir gelenek yerini, sanatı ‘içine tüküreceği’ ya da ‘kendisinin bile yapabileceği’ şeklinde kategorize etmekte herhangi bir sakınca görmeyen erkan-ı harpçilerimizin de katkılarıyla, söz konusu akımların en vasat formlarını on sene geç takip etmek gibi bir alışkanlığa bıraktı.

Bu musibetin örneklerine televizyondaki özel müzik kanallarında hala zaman zaman rastlasak da, son yıllarda Mor ve Ötesi ve Duman gibi grupların başını çektiği, güçlü ve özgün bir Türk rock müziği geleneğinin yeniden canlanışından bahsetmek pekala mümkün. Kanımca Türk rock müziğinde bir süredir yaşanan bu olumlu hareketlenmeyi, on yıl öncesiyle karşılaştırıldığında net bir kimlik ya da karakter kazandığı rahatlıkla görülebilen Türk pop müziğindeki genel gelişmeye dayandırmak çok da yanlış olmaz.

Ancak bu son dönemdeki gelişmeleri altmışlar ya da yetmişlerden farklı kılan özellik belki de yeni müzisyen ve grupların arasındaki pop, rock ve alternatif müzik ayrımlarının giderek daha belirginleşiyor olması. Özellikle doksanların ikinci yarısından itibaren Zen, uzantısı niteliğindeki Baba Zula, Replikas ve Fairuz Derin Bulut gibi grupların başını çektiği, İstanbul’a özgü bir alternatif müzik hareketinin temelleri atılmış gibi görünüyordu. Bu grupları bugün mevzubahis hareketin öncüsü olarak kabul ediyorsak, bunda kuşkusuz grupların bünyesinde rahat bir biçimde sahne almasına ön ayak olan “Peyote” gece klübünün de önemli payı vardır. O sıralar Beyoğlu İmam Adnan Sokak’ta faaliyet gösteren Peyote, kendi müziğini yapan gruplara sık sık yer vererek, gerçekten diğer gece klüplerine ve rock bar’lara örnek olası bir sanat desteği sergiledi. Bu tür münferit destekler ve yine önemli ölçüde internet üzerinden iletişim ağlarının güçlenmesi sayesinde alternatif müziğe meyilli müzisyen ve gruplar daha rahat ifade olanağı bulmaya başladılar. İstanbul alternatif müzik hareketi özellikle son birkaç yılda piyasa müziğinden bilinçli bir biçimde sıyrılmaya gayret eden, yeni bir çok grubun ortaya çıkmasıyla ivme kazandı. Everett True’nun 1991’de Melody Maker’da Seattle hareketi ile ilgili öncü yazısına attığı başlığı biraz değiştirecek olursak “Anneciğim! İstanbul’da bir sürü gitarlı canavar var!” Ve işin asıl ilginci ve güzeli, bu canavarların sound’ları Seattle’lı abilerininki gibi birbirlerinin büyük ölçüde kopyası niteliğinde değil..

Yaratıcılığın fazla prim yapmadığı doksanlı yıllarda birçoğumuz şehrin çeşitli ‘rock bar’larında, aslında gayet yetenekli bir çok müzisyenin, mekanların ticari kaygılarının da etkisiyle, tekrardan temcit pilavı kıvamına gelmiş bir sürü pop ve rock şarkısının ikinci üçüncü sınıf yorumlarını icra ederek kendilerini harcayışlarına tanık olmuştuk. Bu noktada istisnai bir pozisyona sahip gruplardan Zen’in üyelerinin aynı performansı bir daha tekrarlamadıkları için çaldıkları neredeyse her bardan kovuldukları hikayesi eğer bir şehir mitinden ibaret değilse, dönemin alternatif müzik hayatı ile ilgili oldukça aydınlatıcı bir örnek olarak karşımıza çıkıyordu. ‘Cover’ müptelalığı şehrimizde hala yabana atılamayacak düzeylerde seyretse de, tekdüzeliğin ve gerek yorumcu gerekse dinleyici muhafazakarlığının son haddinde olduğu doksanlı yıllardan farklı olarak İstanbul, özellikle son bir yıldır son derece yaratıcı ve yenilikçi, alternatif müzikal oluşumlara sahne oluyor. Galatasaray, Nevizade Sokak’taki yeni Peyote başta olmak üzere giderek artan oranda canlı müzik mekanı, kendi müziklerini yapan yeni gruplara çalma olanağı sağlıyor. Bu mekanların müşterilerinin sayısında konser olduğu akşamlar gözle görülür bir artış olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulursa, İstanbul’da ciddi bir alternatif müzik dinleyici kitlesinin oluştuğunu iddia etmek yanlış olmaz. İstanbul ve bir ölçüde Ankara, Eskişehir, Bursa gibi şehirleri de etkileyen yeni alternatif müzik hareketi, AB uyum süreci çerçevesinde Türkiye’ye olan ilgisini arttıran ‘dış kaynaklı medya’nın da dikkatini çekmiş durumda. Demek istediğimiz, alabildiğine çeşitli altyapı ve sound’lara sahip oluşan grupların tetiklediği bu yeni hareketin, adı çıktığı şehirle anılan yeni bir bağımsız müzik ekolü yaratması için sanki her şey hazır.. Biz de bir süredir kulak verdiğimiz yeni gruplardan bizi etkileyenleri kısaca tanıtmanın yararlı olacağını düşündük.

“Dinar Bandosu”, bir yandan yetmişlerin Can, Neu gibi önde gelen Alman krautrock ve doksanlar başlarının efsanevi İngiliz “Creation” plak şirketinden çıkan Primal Scream gibi indie gruplarına özgü bir rock sound’u, diğer yandan ise Erkin Koray’ın öncülüğünü yaptığı bir tür Türk psychedelic rock’undan besleniyor. Altyapılarındaki çeşitliğin müziklerine bire bir ve isabetli bir biçimde yansıdığını gözlememek mümkün. Theremin, analog synthesizer gibi erken dönem elektronik enstrümanların yanında kaşık da dahil olmak üzere bir çok yerli perküsyon aletine yer veren grup, kullandıkları enstrümanların zenginliği içerisinde, kakofoniden uzak, tutarlı bir sound elde etmeyi başarmış. Sahnedeki rahat ve eğlenceli tavırlarıyla da izleyiciyi ihya ediyorlar.

Erkin Koray usulü bir Türk psychedelia’sını, The Stooges, Nirvana gibi grupların esintilerini taşıyan haysiyetli bir Amerikan rock geleneğiyle harmanlayan “Ayyuka” da, gerek güçlü sahne performansları, gerekse soundlarıyla takdire şayan yeni alternatif rock gruplarından. En büyük temennimiz kendilerini ‘sahne’nin büyüsüne kaptırıp Duman taklidine girişmemeleri. Yoksa ‘mainstream’ Türk alternatif rock’u kısa süre içinde kendine özgü, sağlam bir grup daha kazanacağa benzer.
Punk ve post-punk’ı sık tekrarlara meyilli ancak asla sıkıcı olmayan bir psychedelia ile harmanlayan “DDR” de son dönemlerde sık sık izleme fırsatı bulduğumuz, politik bilinci sağlam bir müzikal altyapıyla başarıyla birleştiren gruplardan. Özellikle geç yetmişler ve erken seksenler post-punk soundunun belirleyici gruplarından Wire, Television ve Joy Division’dan etkilenen DDR, alternatif müzikte tavrın da en az müziğin kendisi kadar önemli olduğunu izleyiciye gösteriyor.

İstanbul ve İzmirli üyelerden oluşan “Sakareller”, ağırlıklı olarak özellikle son beş yıl içerisinde ABD ve İngiltere’de yayılan post-rock akımından besleniyor. Soundlarında Mogwai ve Slint etkisi oldukça belirgin olmakla birlikte, grup post-rock’un içine kapanık, kasvetli dünyasından yer yer erken altmışların garaj akımına ya da yer yer Manchester usulü görece yeni bir psychedelia’ya atıfta bulunan ani çıkışlarla sıyrılıyor. Ortaya çıkan sonuç son derece orijinal ve doyurucu. Altmışların garaj, rockabilly ve özellikle surf müziklerini kendi soundlarına ağırlıklı bir biçimde uyarlayan bir grup ise “Rumble Fish”. Deneyimli müzisyenlerden oluşan ve son derece ‘cool’ sahne performanslarıyla dikkat çeken gruptan tek dileğimiz kendi parçalarına daha fazla ağırlık vermeleri. Cover ağırlıklı bir repertuara sahip diğer gruplardan öne çıkanlar arasında ise itinayla seçilmiş garaj ve punk parçalarını yorumlayan “Vinona Riders”ın yanında, çiçeği burnunda grup “Romedins” de var.

Geçtiğimiz ay Peyote’de izleme olanağı bulduğumuz gruplardan “Grangulez” ve “Bedroom Drunk” da İstanbul’daki meslektaşlarını asla aratmayacak, genç, umut vaat eden gruplar olarak Ankara’yı başarıyla temsil ediyorlar. İki grup zaman zaman birbirlerinin üyeleriyle ortak çalışmalar yapıp, birlikte de çalıyorlar. Birbirlerini adeta tamamlarcasına, Grangulez daha hareketli, synthesizer efektleriyle de bezenmiş, görece sert ve dışa dönük bir rock sound’una sahipken Bedroom Drunk, erken doksanların Sonic Youth, Throwing Muses, Slint gibi öncü indie gruplarının daha içine kapalı, kasvetli dünyasından feyz alıyor. Ancak sahne performansları ve demolarına bakılırsa, iki farklı eğilimin de hakkının sonuna kadar verildiğini gözlemlemek mümkün. Eskişehirli grup “Kırık Çizgi” de özellikle kendine özgü kız vokalleriyle ilgi çeken, başarılı yeni gruplardan.

Doğaçlama denildiğinde ilk akla gelen yeni alternatif gruplardan bir tanesi ise “Dandadadan”. İki sene önce bir albüm yayınlayıp dağılan “Tamburada”nın bazı üyelerinden oluşan grup, bünyelerinde analog synthesizerlar ve nefesli enstrümanlara yer vererek, hızla gelişen İstanbul alternatif müzik hareketine özgü ses çeşitliliğine ilginç bir katkıda bulunuyorlar. ‘Doğaçlama rock’tan hoşlanıyorsanız tercihiniz Dandadadan’dan yana olmalı.

Görüyoruz ki şehirden gerçekten de yeni ve iddialı sesler yükseliyor. Sadece İstanbul değil, birçok büyük şehirde mantar gibi biten onlarca alternatif gruptan kimisi tavırlarıyla, kimisiyse bizzat müzikleriyle, köhneleşmiş bir müzik endüstrisine karşı geliyor, kendi ifade yollarını geliştiriyor. Belki darbelerle önü kesilmiş uzun bir sanatsal tıkanıklık dönemi meyvelerini ancak verebiliyor. Belki de bu hareketlilik doğrudan, gelişen ve yaygınlaşan internet teknolojilerinin sanat ve yaratıcılık için gerekli her türlü malzemenin çok daha hızlı elde edilebilmesini sağlamasının bir sonucu. Sebepler ne olursa olsun, İstanbul’da sesler artık gaipten değil, yeraltından yükseliyor. Zira vakit, Dinar Bandosu’nun bir EP’sinin adına atıfta bulunmak gerekirse “İstanbul için isyan vakti”. Beklentilerimiz ise, canlı müzik mekanlarının alternatif müzik gruplarına daha çok yer vermesi ve bir an önce onların dilinden anlayacak bağımsız plak şirketlerinin kurulması.

*Tarih Vakfı "İstanbul" Dergisi - Temmuz 2006

1 Comments:

Blogger grangulez said...

Bu yazıyı gördüğüme cok mutluyum

6:34 pm

 

Post a Comment

<< Home